Türkçemiz için ne yapmalıyız ?
Başka Ülkeler Ne Yapıyor?
Bu konudaki görüş ve önerilerimize geçmeden önce, diğer ülkelerin kendi dillerini korumada hangi önlemlere başvurduğu konusunda bazı ülke uygulamalarından ilginç örnekler verelim.
- Fransızların dillerine ne denli sahip çıktığı, hatta özellikle İngilizcenin istilasını önlemek için yasa bile çıkardıkları biliniyor. Fransız hükümeti, “Fransa’da Fransızca dışında herhangi bir dil kullanılmasını”ülkenin bölünmezliği ilkesine aykırı buluyor. Bu ülkede nüfusun %19’unu teşkil eden 50’ye yakın etnik grubun Fransızca konuşması bugün de bir zorunluluktur. (11). Fransızların dillerine düşkünlüğü konusunda şu üç örneği de verelim:
– Mart 2006 ayında Fransa’da yapılan bir uluslararası toplantıda bir Fransız işveren lideri konuşmasını İngilizce yapmaya başlayınca, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac toplantıyı terk etmiştir. (12)
– Fransızların ünlü lideri General De Gaulle, bir sözcük sürçmesi sırasında, “Diline aşık Fransız milletinden özür dilerim, cümlemi tekrar ediyorum” derdi. (13)
– “İngilizce istilasını ‘soykırıma eşdeğer bir suç’ olarak tanımlayan Fransız dilbilimci Paul Guth, Paris sokaklarındaki İngilizce yazıların, Nazi işgali dönemindeki Almanca yazılardan bile fazla olduğu kanısında… Fransa’da medyada, tabelalarda, şirket anlaşmalarında, faturalarda, iş ilanlarında yasayla Fransızca kullanma zorunluluğu getirildi… DVD’lere İngilizce altyazı konmuyor… Çoğu lokantada İngilizce yemek listesi yok… (Bkz. Sn. Can Dündar’ın 21.12.2006 tarihli Milliyet’teki yazısı.)
- Almanya’da ise, önceleri Latincenin, sonraları da Fransızcanın etkisinde olan Almanca, önce Martin Luther’in 1534 yılında İncil’i ( halkın diline kulak vererek ve çok az yabancı sözcük kullanarak) Almancaya çevirisiyle , daha sonra da Goethe ve Schiller gibi büyük edebiyatçıların Almancaya sahip çıkarak, Alman dilinin gelişmesi sağlanmış ve böylece 1871’de Alman birliği kurulabilmiştir. (Bkz. Sn. M. Gökberk’in adı geçen eseri, sayfa 109,110.)
Alman Dilini Koruma Derneği, İngilizce sloganlarda ısrar edenlere, Almancayı bir “şempanze dili”ne dönüştürdükleri gerekçesiyle her yıl “Dili Bozma Ödülleri” veriyor. (Bkz. Sn. Can Dündar’ın aynı yazısı.)
Bu gelişmelerin günümüze kadar uzanan seyrinde dile sahip olma bilincinin sürdüğü ve örneğin Almanların dünya dillerinde yaygın kullanımı olan TV/Fernseher, highway/Autobahn, metro/U-bahn,airport/Flughafen, radyo-tv/Rundfunk, IMF/IWF, Cumputer/ETV, FM/UKW… gibi sözcükleri hala kendi dillerindeki sıraladığımız karşılıkları ile kullandıklarını görüyoruz.
Ne var ki, 2006’da başlatılan yeni ve son derece çirkin bir uygulama olarak Almanya’da Türkçenin okul avlusunda bile konuşulmasının yasaklandığına tanık oluyoruz. Hollanda’nın da fırsatı ganimet bilerek Almanya’nın Nazi dönemini hatırlatan bu uygulamasını benimsediğini görüyoruz. (14)
Görev Kimde?
Dilimize sahip çıkmada hepimizin görevli ve sorumlu olduğumuzu bilmeliyiz. Bunun da yolu; 73 milyonun, hatta yurt dışındaki 6 milyona yakın insanımızın, bunların da ötesinde tüm Türk devlet ve topluluklarında ortak dilimize sahip çıkma bilincini yaratmaktan geçmektedir. Bir ünlü Fransız siyasetçisinin ‘Savaş, askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir’ özdeyişi, fazlasıyla dil için, dilimiz için de geçerlidir. Bu kutsal göreviyalnızca birkaç kuruma, dilbilimcilere bırakırsak, hem dilimize büyük kötüklük yapar, hem de onların omuzlarına çok ağır bir yük bindirmiş oluruz.
Değerli dilbilimcimiz Sn. Kemal Ateş’in (15) vurguladığı gibi, ‘…Dil tamamlanmış bir yapıt değil, sürüp giden bir etkinliktir (…) Dil kurallardan değil, kurallar dilden doğar (…) Dilciler de çoğu kez dilin ardından giderler.’
Özellikle 73 milyon içinde illa da isim sayacaksak, öncelikli görevler; aileye/ana-babaya, her daldan öğretmenlere, yazarlara, yayınevlerine, medya yetkili ve ilgililerine (bunlar içinde özellikle haber ve proğram sunucuları ilereklam/metin yazarlarına -16-, üniversitelere ve bilim adamlarına, tüm kamu kurum ve kuruluşlarına, siyasetçilere, meslek teşekküllerine, sivil toplum kuruluşlarına, iş dünyasının ve ticari-mesleki hayatın içinde -özellikle iletişim ve bilgisayar alanında- olanlara) ve tüm Türk aydınlarına düşmektedir. Bunlar içinde iki grup günümüz koşullarında öne çıkmaktadır: Üniversiteler ve bilim adamları ile yurt dışındaki anne ve babalar…
Yabancı dil istilasını en çok yaşadığımız alan, bilim ve teknolojideki (özellikle iletişimdeki) baş döndürücü yeniliklerdir. Bu yenilikler, bunları keşfedenlerin koyduğu (tamamına yakını İngilizce) isimlerle hızla dilimize, günlük hayatımıza girmektedir. Bunlara karşı ilgili bilim adamlarımız Türkçe karşılık bulmada öncülük etmeli, ilgili kurum ve kuruluşlara yardımcı olmalı ve yeni karşılıklar hızla tanıtılarak, kullanılması için medyanın da katkısı sağlanmalıdır.
Yurt dışındaki 6 milyona yakın nüfusumuzda (ki bunun 5 milyon yakını Avrupa’da ve 2,7 milyonu da Almanya’dadır) çocukların ve gençlerin ana dillerini öğrenmeleri çok önemlidir. Esasen bunları bizden koparmak ve entegrasyon adı altında kendi içlerinde eritmek /asimile etmek için, özellikle Almanya ve Hollanda’da çeşitli hukuk dışı projelerin uygulamaya konulmakta olduğu bir zamanda, gurbet ellerdeki çocuklarımızın kendi dillerini öğrenmeleri çok daha önem kazanmaktadır. Burada da birinci görev aileye/anne-babaya, Türk öğretmenlere ve onlara mutlaka destek olması gereken resmi temsilciliklerimize düşmektedir.
Çözüm İçin Önlemler
Kanımızca mutlaka yapılması gereken; yukarıda belirttiğimiz tüm ilgili ve görevlilerin katkıları ve öncülüğüyle milletçe Türkçemize sahip çıkma konusunda topyekün bir mücadele/savaşım başlatılmasıdır. Karamanoğlu Mehmet Beyin yüzyıllar öcesinde yaptığını, yarın çok geç olmadan her Türk insanının kendi ölçüsünde yapması artık kaçınılmaz olmuştur. Yoksa, bu gidişle zengin “gönlümüz”, onu yüzdüren ve uçsuz bucaksız deryalara salacak olan o muhteşem gemiden yoksun kalacak, korsanların ve yaban ellerinin tutsağı olacaktır. Çünkü, dahi bilim adamımız Sn. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun deyimiyle, ‘Dil, gönlü yüzdüren gemidir.’
Bu konudaki görüş ve düşüncelerimiz şunlardır:
1. Ortak akıl ve eylem için uzun vadeli bir strateji ve proğram hazırlanmalıdır: Dilimiz için topyekün mücadele amacıyla ortak aklı oluşturmak/geliştirmek, atılacak ilk adım olmalıdır. Çünkü, birbirinden kopuk eylemler genelde çelişkiler ve kafa karışıklığı yaratır; bu da ilgiyi ve katkıyı azaltır. Bu bakımdan ilgili kurum ve kuruluşlarla dilbilimcilerin öncülüğünde, en kısa sürede (bir dil kurultayı da yapılarak) bu yola gidilmelidir.
2. Dil anlayışımız, yaşadığımız ve konuştuğumuz Türkçe olmalıdır: Tarih ve kültür bağlarımızın, inancımızın ve coğrafyamızın doğal sonucu olarak asırlardan beri dilimize girmiş ve artık bizden olmuş özellikle Arapça ve Farsça sözcükleri yaşadığımız Türkçeden ayıklamaya çalışmak çok yanlış olur. Adet, adalet, ahlak, ahiret, aile, amir, arazi, faiz, fakir, haber, haram, hata, irade, kalp, siyah, ücret … gibi Arapça veyaamaç, arzu, ateş, bağ, bahçe, baht, bestekar, defterdar, şehir, hastane, havadar, kafes, kemer… gibi Farsça kökenli sözcükler, karşılıkları olanlarla birlikte bizim dil ve kültür zenginliğimizdir; tarih ve kültür derinliklerimizle olan ve asla koparılmaması, aksine genç kuşaklara/geleceğe mutlaka uzatılması gereken, sağlam bağlarımızdır.
Bu düşünceyi “yeni Osmanlıca” olarak adlandırmak çok yanlış olur. İngiliz Geoffrey Lewis “Dünya dilleri arasında kelime sayısı bakımından İngilizceye yaklaşan tek dilin ‘Osmanlıca’ olduğunu söyler. (17) Kastettiği Türkçedir. Ama kendine mal olmuş Arapç ve Farsça kelimelerle birlikte olan Türkçe….
Benzer durum Batı dilleri arasında da fazlasıyla vardır. Örneğin, İngilizce ve Almancadan latince/İtalyanca ve Fransızca kelimeleri ayıklarsanız, geriye abuk-sabuk birer dil kalır. Halen dünyanın en yaygın dili olarak kullanılan İngilizce esas itibariyle; birer Germen kabilesi olan Anglar ve Saksonların adalara tasıdığı Almanca, İskandinav asıllı olup Kuzey Fransa’ya/Normandiya’ya yerleşen ve oradan da İngiltere’yi istila eden (Fransızcanın etkisindeki) Normanların getirdiği Fransızca ile, İrlandalılar-Galliler-İskoçların ataları olan Keltlerin dillerinden oluşur. Bu durumda, aynı mantıkla İngilizce “yabancı” sözcüklerden ayıklanabilir mi?..
3. Yaşadığımız Türkçe, aşırı öz/arı Türkçe ve Osmanlıca akımlarının kıskacından kurtarılmalıdır:
a) Dil kendi doğal yatağında akıp giden bir ırmak gibidir. Suyun akışını hızlandırmak için dere yatağını temizlemek, çevreye zarar verdiği gibi, sele de yol açar. Irmağın akışını yavaşlatmak için setler oluşturmak ise, gölcüklere ve sonrasında taşkınlara neden olur. O halde, dilimizin doğal gelişimi için sel de göl de zararlıdır.
Elbette tüm yeni keşif ve icatlar için Türkçe sözcükler bulmaya çalışmalıyız. Ancak bu öncelikle ülkemizin genel gelişmişlik düzeyi ile ilgilidir. Gelişmiş ve teknolojide öncü bir ülke oluncaya kadar, bu konuda yeni sözcükleri dilimize kazandırmak ve (halen ileri, gelişmiş devletlerin yaptığı gibi) öteki dillere empoze etmek yerine, ne yazık ki şimdilik titizlikle izlemek, bunlara hızla dilimizin yapısına uygun karşılıklar bulmak zorundayız.
Ayrıca, bulunan Türkçe karşılıkların uygunluğu ve toplumda kabul görmesi de çok önemlidir. Yanlış seçilen ve günlük hayatta benimsenmeyen sözcükler çoğu kez ölü doğmaktadır. Bu konuda ilgililere çok önemli görevler düşmektedir. (Bkz. “cep” ve “belgegeçer” örnekleri: Özellikle iletişimle ilgili olup, aşağıda ilginçlerini sıralayacağımız, değerli bilim adamlarımızın bu konuda çok önemli çalışmaları vardır.)
b) Yabancı sözcüklere karşılık aramada aşırıya kaçmamalıyız: Örneğin, Batı dillerinden çeşitli yollarla aldığımız ve kendi dil kurallarımıza uyarlayarak yaygın şekilde kullandığımız bütçe, döviz, finans, kanal, medya, mekanik, moda, radyo, salon, spor, telefon, televizyon … gibi sözcükleri de dışlamamalıyız.
c) Dilimizin gelişmesi için Osmanlıca konusunda da duyarlı olmalıyız. Aslında dilbilim anlamında Osmanlıca diye bir dil yoktur. Söz konusu olan; Osmanlı sarayı, resmi mevzuat, idari yapı ve bunların etki alanları ile Türkçemizin Arapça ve Farsçanın etkisinde kendi köklerine ve yapısına yabancılaştırılmasıdır. Üstelik bu yapay dil hiçbir zaman halk tarafından benimsenmemişti. Cumhuriyetle ve devrimlerimizle artık dünde kalan Osmanlıcanın (hele bu ad altında Arapça ve Farsçanın), kimi zaman denendiği üzere (örneğin 1950’li yıllar) eskisi gibi tekrar Türkçemize sokulması düşünülemez. (18)
Ancak, geçmişimizle tarih ve kültür-sanat bağlarımızı koparmamak için, “Osmanlıca” dediğimiz sözcük, deyim ve kalıpları da belli eğitim dallarında ve edebiyat derslerinde öğretmeliyiz. Bu konuda örneğin Nutuk ve İstiklal Marşı gibi iki şaheser ölçü olabilir. Kanımızca, ortalama bir lise öğrencisinin bu eşsiz eserleri, birkaç istisna ile esas dilinde okuyup anlayabilmesi gerekir.
Öte yandan, özellikle genç kuşaklara Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyetimizin kuruluşunu en etkili biçimde anlatabilmek (ve günümüzdeki iç-dış tehditleri daha iyi anlayabilmek) için, o kutsal mücadeleninsembolleri olan kavramları da asılları ve günümüz Türkçesiyle mutlaka bilmeli ve öğretmeliyiz.
Ayrıca, diğer diller gibi Arapça ve Farsça öğrenmek de gereken eğitim kurumlarında veya üniversitelerde mümkün olmalıdır. Konunun bu yönü, en azından aynı coğrafyayı paylaşmamız ve büyük potansiyel taşıyan ticari- ekonomik ilişkilerimizi geliştirmemiz için kaçınılmazdır.
Sırası gelmişken, yukarıda değindiğimiz yabancı dil ve Osmanlıca konularında, değerli dilbilimci Sn.Kemal Ateş’in görüşlerini de yine “Türkçem Mahzun BenMahzun” adlı eserinden özetle nakledelim:“Geride bıraktığımız kocaman bir tarihten hiç ders almamış gibi görünen iki anlayış, eğitim ve bilim kurumlarımızı zorluyor. /Bunlardan birincisi, önce tercüman, sonra bilim adamı olmamızı istiyor. Onlara göre varsa yoksa İngilizce… Makalelerinizi İngilizce yazarsanız on beş puan, Türkçe yazarsanız beş puan. Bu, açıkça kendi dilimizi cezalandırmak değil mi? /İkinci anlayış ise, önce imam, sonra bilim adamı, öğretmen, gazeteci, bankacı olmamızı istiyor. Onlara göre Osmanlıcayı, Arapça ve Farsçayı herkes öğrenmeli. /Türkçe iki cepheden böyle zorlanıyor. (…) Bu iki anlayışa karşı ses bayrağımızı dalgalandıracak üçüncü bir gücü canlandırmak zorundayız.”
4. Türkçemizi, doğduğu ve büyüdüğü/geliştiği coğrafya ile de zenginleştirmeliyiz: Tarih ve kültür bağlarımızın derinliklerinden gelen Türk devlet ve topluluklarıyla çok yönlü ilişkilerimizi yeniden oluşturmaya çalışırken; Anadolu’ya geldikten sonra zamanla unuttuğumuz veya köklü değişime uğrayan ya da farklı anlamda kullandığımız, ancak oralarda hala yaşayan güzel sözcükleri de günlük yaşamımıza yeni bir zenginlik ve o kardeş ülkelerle çok önemli birer köprü olarak dilimize kazandırmalıyız. Büyük önder Atatürk’ün bu konda “Dil, tarih ve inanç bir köprüdür. Bu köprüyle sınırlarımız ötesindeki insanlarımıza ulaşacağız”dediğini ve bize bu yönde çok değerli bir hedef verdiğini de asla unutmamalıyız.
Bunun yanında, Türkçe konuşan devlet ve toplulukların bir ortak dili konuşmaları bağlamında ortak alfabeye geçmeleri çok büyük bir dönüm noktası olacaktır. Bu konuda, Nisan 2006 ayında Çeşme’de toplanan Türk Kültür Kurultayı’nın sonuç bildirgesinde (5. madde); “Türkiye Türkçesinin Türk dünyası için ortak dil olması görüşü benimsenmiştir” denilmiş olması, bu yönde atılmış çok önemli bir adımdır.
Bu yönde atılacak her adım; bize büyük hedefi gösteren ulu önder Atatürk’le birlikte, Türkçe için ferman çıkaran Karamanoğlu Mehmet Beyin ve Kırım’ın Bahçesarayı’ndan Tercüman’ıyla 18. asırda “Dilde, fikirde, işde birlik“ diye haykıran Gaspıralı İsmail’in aziz ruhlarını şadedecektir.
5. Asrın harikası olan bilgisayarı/interneti dilimizin zararına değil, yararına kullanmaya özel önem ve öncelik vermeliyiz: Çağdaş yeniliklere ayak uydurabilmek için, özellikle iletişim teknolojisinin gerektirdiği Türkçe sözcükleri hızla ve elbirliğiyle bulup dilimize yerleştirmeliyiz. Bize göre internet, dillerin ve kültürlerin yeknesak/tekdüze olması için değil, tamamen aksine, bunların çeşitliliğinin korunması ve geliştirilmesi için bir araçtır, öyle olmalıdır. Aksine bir düşünce, küreselleşmenin bir tür “Amerikalılaşma” ve internetin de bunun bir aracı olduğu baskın görüşüne bizi ve İngilizce dışındaki tüm dil mensuplarını teslim eder.
Bu nedenle, öteki dillerin bu alanda verdiği mücadelede/savaşımda, değerli dilbilimci Sn. Prof. Dr. Aydın Köksal’ın çok yerinde deyimiyle “yeryüzünün en düzgün yapılı dili olan Türkçe” de mutlaka yerini almalıdır.
6. YÖK ve üniversitelerimiz akademik çalışmaların, bilimsel araştırma sonuçlarının/ma makalelerin Türkçe yazılmasına öncelik vermeli, bunları teşvik etmelidir: Bu alanda örneğin İngilizceye öncelik verilmesi kabul edilemez bir yanlışlıktır. Bu, ancak dış bağlantı ve tanıtım için tercümede düşünülmelidir. Bu tür çalışmalar hem ilgili dergilerde ve hem de özet olarak internette özel bir sitede yayınlanmalıdır. Türk bilim adamlarının özellikle Türkiye’de eserlerini örneğin İngilizce yazmalarını istemek veya buna sessiz kalmak, o insanlarımızın zamanla Türk kültürüne değil, ilgili medeniyete maledilmesi yanlış ve haksız sonucunu doğurur.
Tarihte de böyle olmuştur. Öz be öz Türk Farabi, İbn-i Sina ve Mevlana gibi ulu bilginlerimiz, eserlerini Farsça yazdıkları için o uygarlığın birer mensubu olarak bilinmektedirler. Tarih, tekrarlanmak için değil, ders almak için öğretilir.
7. Kamu kurum ve kuruluşları ve özellikle RTÜK yasal görev ve yetkileri çerçevesinde resmi işlerle radyo ve TV’lerdeki dil kirlenmesine karşı etkin önlemler almalıdır: Bu bağlamda öncelikle haber ve proğram sunuculuğu için kurs ve diploma koşulu getirilmeli, saplantı ve taklit ürünü yabancı dildeki proğram isimleri yakın izlemeye alınmalı; resmi yazışma, görüşme ve kanallarda yabancı sözcüklerin kullanılmaması sağlanmalı, özel kuruluş ve kanallara da bu yönde telkinde bulunulmalıdır. (Genel Kurmay Başkanlığı’nın bu konudaki genelgesi, diğer kamu kuruluşlarına da örnek olmalıdır.)
8. Anayasamızdaki (Md:134) “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” bünyesinde yer alan Türk Dil Kurumu, çalışmalarında öncü ve birleştirici olmalıdır: Ortak davada dil derneği, benzeri gönüllü kuruluşlar ve yaptıkları çalışmalar asla dışlanmamalı, bunlardan olabildiğince yararlanılmalıdır. Asla unutmayalım ki; Türkçemize yapılan yoğun dış saldırılar karşısında gün, sen-ben kavgalarıyla zaman öldürmek ve ömür törpülemek günü değil, birlik ve dayanışma günüdür.
9. Yerel yönetimler Türkçemize mutlaka sahip çıkmalıdır: Başta belediyelerimiz olmak üzere yerel yönetimlerimizin bu konuda teşvik edici ve mali yaptırımlarla karşı önlem alıcı yönde yapacakları çok şeyler vardır. Güzel örneklerine sıkça tanık oluyoruz. İşyeri ruhsatı verilmesi ve belediye gelirleri mevzuatı bu konuda etkin olarak kullanılabilir. Son zamanlarda bu konuda basında yer alan Türkçe mağaza, marka ve ürün ismi kullanmaya yönelik kampanya ve yayınlar sevindiricidir.
10. Kanunla kurulan meslek teşekkülleri ve sivil toplum kuruluşları da Türkçe konusunda üyeleri üzerinde yetki kullanmalıdır: Başta TOBB bünyesindeki ticaret ve sanayi odaları, sanayi odaları ve borsalar ile TESK bünyesindeki esnaf ve sanatkar kuruluşları olmak üzere; tüm ilgili birim ve derneklerin, öncelikle dil konusunda şu yeni anlayışa gelmeleri artık zorunludur: Tüm bu ve benzeri kuruluşlarla dernekler, yalnızca devletten hak aramak için değil, aynı zamanda kamu düzeni ve ortak çıkarlarımız/geleceğimiz adına, üyeleri üzerinde yetki kullanmak için de var oldukları bilincini (bir tür kamusal sorumluluk olarak) edinmelidirler…
11. İthal ürünlerde Türkçe kılavuz için tüketici hakları kullanılmalıdır: Tüketici hakları da yasal güvenceye sahip olmasına rağmen, çoğu kalitesiz yığınla ucuz ithal malı yasaya aykırı olarak Türkçe kullanma kılavuzu olmaksızın çarşıyı, pazarı istila ediyor. Bundan zararlı çıkan da vatandaş oluyor. Bu konuda satıcı/esnaf ve tüketici dernekleri, ekonomik zararlarımızı önlemek ve Türkçemizi desteklemek amacıyla etkin görev yapmalıdır. Son samanlarda bu alanda başlatılan kampanyalar ümit vericidir.
12. Yazılı basın yetkili ve görevlileri Türkçemize sahip çıkmalıdır: Gazete ve dergilerin sayfa düzeni yapılırken ve uygun başlıklar seçilirken, yalnızca haberin çarpıcı (!) olmasına değil, uygun bir Türkçe ile verilmesine de özen gösterilmelidir. Basın kuruluşları bu konuda ortak eğitici çalışmalar yapmalıdır. (Bu çalışmalarda, örneğin sıkça yapılan ve Batı takliti yanlışlardan olan virgül yerine nokta kullanılmasını önlemek bile bir başarı olur.) Okur da Türkçemize sahip çıkarak, gazete yönetimini uyarmalı, eleştirmelidir.
13. Türkçemizin geliştirilmesi ve yaygın kullanımını teşvik için YASA ÇIKARILMALIDIR: İlk önerimiz olan strateji paralelinde ve yukarıdaki öteki tüm önerilerimizin genel çerçevesi niteliğinde çıkarılacak böyle bir yasa için tüm ilgili kurum ve kuruluşlar; siyasal partilerimizi, milletvekillerimizi ve hükümetimizi göreve davet etmelidir. Bu yasanın kapsamlı bir hazırlık sonrasında TBMM’den oybirliği ile çıkması çok etkileyici olacaktır.
Karamanoğlu Mehmet Beyin, 15.5.1277’de ferman çıkararak Türkçe konusunda gösterdiği duyarlılığı en azından günümüz yetkililerinden beklemek, diline ve dolayısıyla geleceğine sahip çıkmak isteyen Türk milletin en doğal hakkıdır.
14. Atasözlerimizi ve Deyimlerimizi Mutlaka Yaşatmalıyız: Ulusların yaşamında her
kuşağın görevi, kendisinden sonra gelecek nesillere daha güzel şeyler bırakmak,
onların daha uygun koşullarda yaşamasını sağlamaktır. Bunu yapabiliyorsak ne ala,
yoksa geriye gidiyoruz demektir.
Bu görüş dilimiz için de fazlasıyla geçerlidir. Türkçemizi zenginleştirmek, geliştirmek ve güzelleştirmek hepimizin ve her kuşağın önde gelen görevi olmalıdır. Bu yönde çaba göstermemiz gereken konulardan biri deATASÖZLERİMİZ ve DEYİMLERİMİZ/ ÖZDEYİŞLERİMİZ olmalıdır. Atalarımızın asırlar boyu özenle yaşattığı, çoğalttığı ve toplum yaşamımızla özdeşleştirerek bizlere armağan ettiği bu harika sosyal yapıtları biz de geliştirerek, yeni örneklerle süsleyerek gelecek nesillerimize aktarmalıyız.
Bu anlamda duyarlı olmamız gereken kuralların en önemlisi; bu alandaki her güzelliğimizin (tıpkı bir tarihi eser gibi) aslında olduğu ve/veya halkımızın dilinde kullanıldığı gibi korunmasıdır. Başka bir anlatımla; atalarımızdan yadigar bu emsalsiz sosyal sanat yapıtlarımızı, aşırı öz Türkçe veya Osmanlıcaya dönüş tutkusuyla tercüme etmeye, değiştirmeye kalkışmamamız gelir. Aksi takdirde yazılı metinlerimiz, özellikle edebiyatımız ve günlük yaşamımızdaki sohbet dili, tarih ve kültür zenginliklerimizin vazgeçilemez köprüsü/taşıyıcısı olan en büyük lezzet unsurlarından birinden yoksun kalmaya başlar. Dilimiz giderek öksüzleşir.
15. Deyimlerimizi de Dil Kirliliğinden Kurtarmalıyız: Özellikle İngilizce/Amerikanca etkisindeki melez, yarı tercüme ve/veya özenti deyimler, Türkçemizde bu alanında da giderek yaygınlaşan kirliliğe yol açmaktadır.
16. Dile Sahip Çıkma Bilincini Pekiştirmeliyiz: Bu konuda da hepimiz görevliyiz. Ama öncelik ailenin, okulun, ilgili kuruluşların ve medyanın olmalıdır. Önceki yıl 12 Mayıstaki “Yunus Emre Şiir Akşamları” ile 13 Mayısta yapılan “729. Türk Dil Bayramı” geçen yıl çok daha coşkulu bir şekilde kutlanmıştır. Bu arada, Ankara’da Mayıs 2006’da açılmış olan bir alışveriş merkezine “ANKAmall” adının verilmek istenmesine gösterilen haklı tepkileri de belirtelim. (Bkz. Ankara Hürriyet’te Sn. Y. Bayer’in 6-7 Mayıs 2006 tarihli yazıları.)
Tamamen Amerikan taklitçiliğinin, saplantının sonucu ve dilimize açık bir saldırı olan bu ad mutlaka değiştirilmeli, gönülden katıldığım Dil Derneği’nin bu yöndeki girişimleri herkesçe desteklenmelidir.
17. Kelime Üretmede Türkçenin Gücünü Kullanmalıyız: Giderek artan, yabancı sözcüklerin Türkçemize girmesi tehlikesi karşısında, dilimizin çok sağlam yapısından gelen kelime üretme gücünü de kullanarak, mutlaka yeni sözcükler bulmalıyız. Türkçemize büyük hizmetleri olan değerli bilimadamı Sn.Prof. Dr. Doğan Aksan, “Türkçenin Gücü” adlı eserinde, “Yalnızca Türkiye Türkçesinde ‘sür(mek)’ kökünden 100 kadar, ‘ci’ kökünden (47+49=) 96 ve ‘gör’ kökünden 74 sözcük türetildiğini” örnekleriyle göstermektedir.
Burada öncelikli görev üniversitelerde, bilim adamlarında, okullarda ve ilgili meslek kuruluşlarında olmalıdır. Türk Dil Kurumu (TDK) dışında bu yönde çok güzel adımlar da atıldı, atılıyor. Örneğin; ODTÜ Türk Bilişim Derneği’nin (TBD) “Bilişim Terimleri Sözlüğü”, Sn. Prof. Dr. Bülent Sankur’un “Bilişim Sözlüğü” (CD), Sn. Esat Tüze’nin “Uluslararası İktisat Terimleri Sözlüğü” ve 9 Eylül Üniversitesi’nin “Biyoistatistik Terimler Sözlüğü” özellikle dikkatimi çekenlerdir.
Bu güzel örnekler hızla çoğalmalı ve yapılacak ortak çalışmalarda “en uygun olanlar” seçilip çok yönlü kampanyalarla tanıtılmalıdır. En uygun olanı ararken, yalnızca yabancı sözcüğün Türkçe anlam karşılığınadeğil, sözcüğün/nesnenin işlevine de bakmalı, ayrıca kısaltmalar da düşünülmelidir. Amerikancadan dilimize giren pek çok sözcüğün/terimin ad kısaltmaları olduğunu unutmayalım. (BASIC, CAD/CAM, CEO, CIF, COBOL, FED, IBM, IMF, NATO… gibi.) İki aşamalı çalışma, bulunan sözcüğün kabul görmesi bakımından çok önemlidir. Sözcüğün kısa ve kolay söylenmesi, seçmede temel ölçütler olmalıdır. Daha önce verdiğimiz “cep” ve “belgegeçer” zıt örneklerinde olduğu gibi…
SONUÇ
Atatürk ve Türkçemiz
Büyük önderimizin her alanda olduğu gibi, dilimizin gelişmesi konusunda da çok büyük çabaları olmuştur. Atatürk Devrimleri’nin başında elbette dil/alfabe devrimi gelir. Gazi Mustafa Kemal’in şu söyledikleri, O’nun Türkçemize sahip çıkmada, bize çok önemli bir vasiyeti olarak kabul edilmelidir:
- “Türk Dili, Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk Milleti geçirdiği sayısız sarsıntıların içinde ahlakının, erdemlerinin, gelenek ve göreneklerinin, hatıralarının, kısaca kendi milliyetini oluşturan her şeyin diliyle korunduğunu görüyor. Türk Dili, Türk Milleti’nin yüreğidir, hafızasıdır.”
……
- 2.9.1930 tarihinde Sabri Maksudi Arsal’ın “Türk Dili için” isimli eserine yazdığı kitabede dil ile milli mevcudiyet arasındaki bağı şöyle izah ediyor: “Milli his ile milli dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” (19)
Son Söz
Zorunlu olmadıkça kullandığımız her yabancı sözcük, Türkçemize sıkılmış bir kurşun gibidir. Dilimizin düşmanı değil, can dostu olalım. Çünkü ulsal birliğimizin ve dirliğimizin devamı, “ses bayrağımız” dilimize bağlıdır.
———————————————————————————————————————
Dip Notlar:
(1) Bkz. Sn. Hayati Develi’nin “Dil Doktoru” adlı eseri (3F yayınları)
(2) Bkz. 19.2.200 tarihli Yeni Çağ’da Sn. A. Tekin’in yazısı.
(3) Medyadaki dil yanlışları konusunda bkz Sn. Sevgi Özel’in “Dilimde Tüy Bitti”, Çınar Yıyınları Ocak 2006, İstanbul) ve Sn. Feyyaz Hepçilingirler’in “Türtkçe ‘Off’ -1 ve 2 (Everest Yayınları No:363 ve 395, İstanbul) adlı eserleri .
(4) Bu konuda özellikle Prof. Dr. Aydın Köksal’ı şükranla anmak isteriz.
(5) Bkz. Sn. Yılmaz Özdil’in 24.12.2006 tarihli Sabah Gazetes’ndeki “The yazı”sı.
(6) Bkz. Sn. Sevgi Özel’in adı geçen eseri, sayfa 167.
(7) Bkz. adı geçenin” Değişen Dünya Değişen Dil” (YKY, Ekim 2000/İstanbul) adlı eseri.
(8) Bkz. adı geçenin “ Dil, Şu Büyülü Düzen” (Bilgi Yayınları, Mart 2003 Ankara) adlı eseri.
(9) Bkz 2.6.2006 tarihinde TRT 1’de yapılan Türkçe konulu açık oturum. Ve hocanın 4 kitabı.
(10) Bkz. 11.4.2006 tarihli Tercüman’da Sn. Ali Akmanlar’ın “Yaşayan Türkçe” adlı köşe yazısı.
(11) Bkz. 2.3.2006 tarihli Tercüman’da Sn. Necdet Sevinç’in köşe yazısı.
(12) Bkz. 29.3.2006 tarihli Sabah Gazetesi’ndeki “Bye Bye Türkçe” adlı yazı/haber.
(13) Bkz. 13.5.2006 tarihli Tercüman’da, Sn. Sırrı Yüksel Cebeci’nin köşe yazısı.
(14) Bkz. 29.1.2006 tarihli Sabah, 4.2.2006,18.2.2006 ve 19.2.2006 tarihli Hürriyet’teki konuya ilişkin haber ve köşe yazıları.
(15) Bkz. Sn. Kemal Ateş’in ‘Türkçem Mahzun Ben Mahzun’ adlı eseri. (İmge Kitapevi, Eylül 2005)
(16) Bu konuda bkz. 7.2.006 tarihli Cumhuriyet’te Sn. Efdal Sevinçli’nin ‘Türkçenin Askerleri: Reklam/Metin Yazarlar’ adlı yazısı.
(17) Bkz.Hayati Develi’nin aynı eseri,sayfa: 71
(18) Benim gibi 1940’lı yıllarda doğanlar, 1950’li yıllarda resmi dile şu Osmanlıca sözcüklerin ısrarla sokulmak istendiğini, ancak bunların halk tarafından benimsenmediğini çok iyi hatırlar: Bakanlar Kurulu yerine İcra Vekilleri Heyeti, riyaset/başkanlık, vekil/bakan, ruzname/gündem, Genel Kurmay Başkanlığı/ Erkanı Harbiyei Umumiye Riyaseti, Münakalat Vekaleti/Ulaştırma Bakanlığı, Sıhhat ve İctimai Muavenet Vekaleti/Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Nafia Vekaleti/Bayındırlık Bakanlığı, Divanı Muhasebat/Sayıştay, Şurai Devlet/Danıştay, Müddei Umumi/Savcı.
(19) Bkz. Sn. Necdet Sevinç’in Tercüman Gazetesi’ndeki “Dil yarası” yazısından (2006)