Doğanın Çocukları
Hep aynı mevsim, hep aynı nida ve hep aynı şükür duaları. Sabahın erken vaktinde çınlardı kulağımda o ses. Yarı uyanık yarı sersem ne oluyoruz yav diye diklenirdim yatağımdan her defasında. Ama apayrı bir mutluluk mu desem yoksa bir hüzün mü tekrar başımı koyardım yastığa içim cız ederek.
Evet dostlar yeni sayımızda tekrar merhaba diyorum sizlere. Dergimiz hedeflenen amacı doğrultusunda ikinci sayısı ile tekrardan siz değerli akrabalarımızla ve dostlarımızla buluşuyor. Hayırlı olsun. Umarım akrabalarımızın isteklerine cevap verebiliyoruz, sizleri değişik konu başlıklarımızla bilgilendiriyor ve aynı zamanda keyifli dakikalar geçirmenizde katkı sunabiliyoruzdur.
Yazıma ilginç bir paragrafla başlamayı yeğledim. Benim hayatımda çok özel yeri olan rahmetli babaannemin kara güz aylarında Bölümlü(Zisino) köyü dağlarına yılın ilk karı düştüğünde büyük bir heyecanla ve coşkuyla “Hoş geldiniz sefa geldiniz, bu senede görüştük çok şükür, Allah nice senelere görüşmeyi nasip eder” diye dualar ederek kalkardı o sabah. Ben bütün bunlara ilk başta anlam veremezken sorup öğrenme gereği duymuştum. Duyduklarım beni o derece etkilemişti ki, işi daha da derinleştirmeye kadar gittim. İşin özeti ise şöyle: Geçmiş dönemlerde yaşayanların doğaya ve onun evrelerine duydukları bir saygının ifadesiydi bu. Yaz başı ilk kazma toprağa vurulduğunda bereketi bol olsun diye dualar edilmesi, kızıl derilirlin sabahları kalktıklarında toprağa basmadan topraktan özür dilemeleri, (Çünkü topraktan besleniyorlardı, ona basmak onu aşağılamak anlamına gelebilirdi) sonbaharda yaprak dökümü zamanında doğa ölüyor diye hüzünlendikleri gibi benim babaannemde ve muhtemelen o dönemin insanları ve öncelerinde bu tür duyguların varlığı bir değer kültürü olarak yaşatılmış ama maalesef bizimde içinde yaşadığımız bu zaman dilimine kadar devam edemeden kaybolmuştur. Gelişen dünyaya ayak uydurma adına daha hangi insani duyguları kaybedeceğiz bilinmez ama görüldüğü gibi giden de geri gelmiyor.
Acaba diyorum bizim atalarımız bizlerden daha mı iyi yaşıyorlardı, bizlerden daha mutluydularveya daha mı vicdanlıydılar. Bizim çok şükür her şeyimiz var ama mutluluğumuz yok. Doymuş midelerimizle doyumsuzluğumuzu artırdığımız gibi, cebimizdeki parayla da mutsuzluğumuzu çoğaltıyoruz. Benim babaannemin neyi vardı Allah aşkına. Bütün ömrü dağlarda çobanlık yapan dedemin peşinde geçti. Ahırında onlarca inek, yarı aç yarı tok bir mideyle oradan oraya koşuşturarak çocuklarını mı büyütecek, yoksa ahırdaki hayvanlarına mı yetiştirecek. Bizim eskilerimiz tam bir doğa savaşçılarıydılar. Hayata tutunmanın yolu doğayla mücadele etmekten geçmekteydi. Yaz başı tarlalar kazılacak, ekinler ekilecek, inekler desen her daim evin demirbaşlarından hizmet isterler, yaz aylarında önce mezereler, sonra dağlardaki obalara ve oradan da yaylalara uzanan bitmek tükenmek bilmeyen koşuşturmalar ve ardından son baharla başlayan geri dönüşler. Yayla dönüşü bu kez önce dağlardaki obalar tekrar şenlenir, oradan mezerelere inilir ve kışın ilk karı ile köye dönülür gelecek yeni yıla kadar bu dolaşıma ara verilirdi. Tarlaların biçilmesi ve harman zamanı ise cabası. Bu insanlar doğanın çocuklarıydılar. Doğa onları kendisine benzetmiş, işaretleriyle oradan oraya dolandırıp durmuştur. Onlara dik durmayı, cesaretli olmayı, az ile yetinmeyi ve en önemlisi mutlu olmayı öğretmiştir. Acaba diyorum bu doğa bize haksızlık mı yapıyor? Sonra olmaz öyle şey deyip işin içinden çıkmaya çalışıyorum. Sahi bizler yani 21.yy. insanları neden mutluluğa bu kadar uzağız? Önemli olan kişisel mutluluklar değil, toplumsal mutluluklardır. İnsan anlık yaşadıklarından ötürü kendisini mutlu hissedebilir ama aynı şeyi toplum için söylemek sanırım çok zor olsa gerek.
Değerli akrabalarım, yazımı bu şekilde kaleme almamdaki maksadım, kalabalık bir aile olarak kendi içimizdeki her ailenin yaşam koşullarına vâkıf olabilecek, dert ve sıkıntılarını paylaşabilecek, sevinçleriyle mutlu olabileceğimiz toplumsal bir kaynaşmaya doğru yani kurumsal bir yapılaşmaya kadar uzanacak bir derneğin bir an önce hayata geçirilmesi düşüncesinden başka bir şey değildir.
Rahmetle andığım babaannemin onca yaşadıkları kendisi için bir yerde mutlu olmasına yeterken, bunca nimet bizim elimize dizimize durmadan hiç olmazsa ihtiyacı olanların mutluluğuna ortak olarak bizlerde mutluluğu yaşayalım. Bu konuda akrabamızın internet sitesinde yorumlarınızı yazmanızı bekliyorum. Saral ailesi olarak kurumsal bir yapıya yani bir derneğe acilen ihtiyacımız var. En azından bu benim düşüncem. Öyle ümit ediyorum ki, bu hepimizin kafasındaki ortak paydalardan birisidir.
Bir sonraki sayımızda tekrar buluşabilmek dileklerimle, bütün akraba, eş ve dostlarımıza selam olsun….
İhsan SARAL
Tarih Öğretmeni